13 Haziran 2014 Cuma




                          Ezgi BAKÇAY ÇOLAK  
      1980 İstanbul doğumlu. 2004 yılında Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Televizyon Bölümünden mezun oldu.
   2005 - 2007 yılları arasında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Halen Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünde doktora yapmaktadır.  “Sanat Kuramları” , “Sanat Yapıtını Çözümleme Yöntemleri” derslerini vermektedir.
    Ezgi Bakçay, Kent, kamusal alan, sanat ve siyaset dörtlemesiyle ilgilenen yerine göre sert yârine görede samii ve içten bir eleştirmen olmakla beraber yine bu alanlarla birlikte görsel dilin olanakları üzerine çalışmalarını sürdürüyor.
   2005 Artistanbul Uluslararası Çağdaş Sanat Buluşması kapsamında gerçekleştirilen “Genç Sanat Eleştirmeni” yarışmasında, “Yaratıcı Aklın Keşifleri: İlhan Koman” başlıklı makale ile Yılın Genç Sanat Eleştirmeni Ödülünü almıştır.
   2008 TMMOB Mimarlar Odası İkinci İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nde yönetmenliğini yaptığı “GÖÇ” adlı belgesel film “En İyi Ulusal Belgesel Film” seçilmiştir.
(Göç filmini izlemek için: toplumunsehircilikhareketi.org sitesinden belgesel linkini tıklayarak izleyebilirsiniz.)
   Kolektif bir çalışma olan “GÖÇ” belgesel filmi Ezgi Bakçay ve yakın arkadaşlarıyla, siyasetdeki değişikliği ön görerek ilerleyip, farklı mesleklerden ve farklı düşüncelerden bir araya gelen kişiler olarak parti siyasetinden uzak “Kentte somutta ne yapabiliriz?” derdiyle oluşturuldu.Toplumsal hareketler,kentle mücadele ve kentte yaşanan sorunlarla alakalı başlayan Ezgi Bakçay, asla film yapalım film olsun düşüncesi taşımadıklarını dile getirdi.

  Göç belgeseli İstanbul’un Maltepe İlçesine bağlı Başıbüyük Mahallesi’ni konu alan, mahallenin 2004 yılında kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesiyle evlerinden çıkarılmak istenen mahalle halkının yaşadıklarından ve proje karşısında ki mücadelesinden bir kesiti anlatmaktadır. 1950’li yıllarda yaşanan iç göç sonucu kurdukları kendi yaşam alanlarından –bu kente verdikleri onca emeğe rağmen- koparılmak istenen mahalle halkının, güvenlik güçleri eşliğinde sürdürülmeye çalışılan şantiye, şiddete ve zorunlu göçe direnişinin öyküsüdür GÖÇ.
 Sanatla siyaseti iç içe yorumlayan Ezgi Bakçay, çıkar ilişkisi olmadan insan gibi yaşayabilmek adına siyaset mücadelesi veriyor. Duyuları hisleri değiştirmeyi amaçlayan Bakçay 1-8 Ekim 2009 tarihleri arasında İmeceyle ‘Diren İstanbul’ adı altında bir yürüyüşe katılıyor. Diren İstanbul, eğitimin ve sanatın ticarileşmesine, aile baskısına, cinsiyetçiliğe, evsizleşmeye, savaşlara karşı direniyor.
  Kazova işçileri ile  Karşı Sanat Çalışmaları, Feyyaz Yaman, Ezgi Bakçay ve Mehmed Erdener  Hakan Gürsoytrak, Nazım Dikbaş, Nalan Yırtmaç, Güneş Terkol, Zeycan Alkış, Gözde İlkin, Firdevs Kayhan gibi sanatçılarla bir ekip çalışması yaptıklarını belirtti.Kazova tekstil işçileri Şubat 2013′te 4 aylık maaşları ve kıdem tazminatları ödenmeden işten çıkarılmıştı. Tam bir senedir haklarını arayan işçiler bir süre fabrika önünde çadır kurarak eylemlerine devam etmiş, 28 Haziran 2013’te ise kapatılmış fabrikayı işgal edip bozuk makineleri tamir ederek üretime tekrar başlamışlardı. Ancak bu sefer patronsuz! Ve patronsuz yapılan üretim şişlide kiraladıkları küçük bir dükkanda açılışla kendileri satacaklarını belirtmişler. Ve sanatçı tayfasının onların üretimine destek katmalarıyla birlikte üretmek mümkün olabilir mi?sorusuyla Türkiye koşullarında birlikte üretme koşullarını sorgulamaktı dedi.
 
Ve direnişe başlayan Kazova Tekstil fabrikası işçileri, şimdi de üretimlerini paylaşmak ve kültür-sanat alanı ile birleştirmek için Diren Kazova adlı ‘kazak ve kültür merkezi’ni şişlide açıyor. Açılışta Hakan Yeşilyurt, Sambistanbul ve Ötekiler Müzik topluluğu gibi isimler yer alıyor.Grup Yorum konserinin yanı sıra, Halil Altındere’nin “2014 Direniş Koleksiyonu”nu sergileyeceği bir de defile düzenlenecek. Defilede, Defne Koryürek, Ece Temelkuran, Demet Yoruç, Tuba Ünsal, Met-Üst, Cansel, Pınar Yiğitoğulları, Zeyno Pekünlü yer alıyor.
.  
Bu yapılan kollektif çalışmada  iğneden ipliğe tasarımdan ürüne ve mağazasına kadar olan çalışmalarda bir deneyim kazanıldığını  ve  kazova işçilerinin ürettiklerinin  çok büyük bir sanat yapıtı olduğunu düşündüğünü Özgür emek sembol değil doğrudan doğruya özgür emekle üretilmiş üretim sürecinde Emek, sanat, tasarım ve siyaset arasında kurulmuş duvarları aşan bir yerden, işgali özgürlüğe dönüştürmüş emeğin  yapıtı olduğunu söylüyor..
Bu yaşanan ortak bir atölye, ortak bir mekan deneyiminin geziden önce başlaması ve gezi ile bu çıtanın yükseldiğini söylüyor. Buradaki çalışmanın keşke ekonomik bir şeye dönüşebilse diyor. Bir tarafıyla sanatçının ucuz emeğini de sömüren  bir şey  var  tüketim ,tasarım, iç dekorasyon ekonomik dayanışma modeli üretebilse  bu beni daha çok heyecanlandıracak  ilerde buda olucak dünyadaki örnekler bu yönde ilerliyor dayanışma modeli olarak kooparatifleşmeyi denediklerini söylüyor..
Dünyanın politik gerçeklerini, ekonomik gerçeklerini öğrenerek onun  içerisinde bir mücadele alanı öremeye çalışıyorsak  sanatta da bunu yapmak gerekir.samimi olduğun inandığın şeyi yapmayı sürdürmek bunu yapabilecek ortamı kurabilecek farkındalığa sahip olmak, ilişkileri kurmak bu belkide çeteleşmek  diyor.
Dünya sanatına baktığımızda  Türkiye sanatında da çeteleşerek  kendine alan açan  ve bunun sonucunda  hem istediğini yapabilen  hem de bu yaptığıyla ayakta kalabilen örnekler olduğunu söylüyor..
   Sanat alanında yapılan her şeyin bir karşılığı olduğunu ve yaptığımız yapacağımız her şeyin boşa çıkmayacağını belirtti.
  Dr. Özgür Öğütcen ve Ezgi Bakçay Çolak, Mayıs  ayı içinde(2014) Karşı Sanat – Versus Art'ta "Psikanaliz ve Sanat Karşılaşmaları! Gerçek, Fantezi ve İdeoloji" başlıklı bir dizi seminerler verdiğini söyledi.

YELDEĞİRMENİ SANATÇI ATÖLYELERİ BİRLİĞİ

Yel değirmeni sanatçı atölyeleri birliği Asan Akın, Batuhan Engin, Çağrı Saray Songül Girgin tarafından  kurulmuş. Yel değirmeninde var olan atölyeleri bir tanışma zemini üzerinden bir tür platfom oluşturmak Bu bağlamda  haritalar üzerinden giderek tanışarak toplantılara çağırmak …
İlk zamanlar 15 günde bir toplanırken genel amacı birlikte toplanıp bir şeyler paylaşmak ve sergiler oluşturalım, bir güç oluşturalım düşüncesiyken mahalle düzeyi dokusunda bir birbirleriyle tanışıklık düzeyinde başlamış olmasıyla sergi yapalım düzeyine evriliyor ister istemez.
İlk başta açık atölye ve  internet sitesi bağlamında gelişmeler olucak kendileri için  değişik olasılıklar yaratmak farklı insanların  birbirleriyle nasıl uyum  içinde çalışma olanakları  nasıl yapılabilirliğinin süreciydi.Bu toplantılarda tanışıklığın yanı sıra insanlar kendi atölyelerinde sunumlarını sanatsal süreçlerinin sunumlarını yaptılar  ve halada devam etmektedir.
Somut anlamada  bir şeyler yaptığımız süreçti  aynı toplantılarda  sunumlar haricinde bir de felsefe okuması gibi bir şeyde çıktı ortaya   tanımadığımız sanatçıların sanata yaklaşımlarıyla karşılaştık diyor Asan Akın ..
   
 
   Yel değirmeninde 70 tane atölye bulunduğunu belirttiler. Galata tarafındaki atölyelerden farklı olarak atölyeler arası sosyal ve komşuluk ilişkileri olduğunu sanatçı ve esnaf arasında gelişen iyi yönde bir ilişkide ortaya çıktı Diyor. Songül Girgin
    Kamusal alanda sanat yapmak isteyenlerde birbirine yakın kafalarda ortak konseptler düzenleyerek etkileşim artmış durumda. Daha önce de toplanan gruplarla iletişime geçtiğimizi fark ettik kamusal sanat alanında çalışma yapanları dergilerden gelenler sanatla çalışma yapan birçok insanın toplantılara katılımı olmakta ve buranın canlılığını arttırdığı konuşuluyor. Bu toplantıların burayı daha görünür kılması ve bu durum buraya göçün arttırdığı gibi bir rant olayını da mı yükseltiyor düşüncesini akla getirdiğini söylüyorlar. Burasının sanat prototipi farklıdır. Sanatçılar ilk başta ucuzluğu ile bu tarafta iken sanatçılar var diye gelen sanatçılar karşısında rant olayını dahada yükselteceğini ve böyle durumlarda dara düşen arkadaşa bir dayanışma ile onu bulunduğu durumdan çekip çıkarmak farklı bir güç oluşturabilmek bunun önemli bir ayağı…
  Sanat atölyeleri bağlamında bir toplama varsa ana unsur birazda sanat ekseninde inşaları birleştirmek ve yaratıcı ilginç işler çıkmasının beklentisinin varlığı farklı projelerin türemesi bağlamında fikrimizi açacak süreçlerin geçmesi bizim için daha önemli diyorlar…
Birliğin bir yönetim kurulu yok karar veren bir merciği yok sadece toplantı tarihini belirliyoruz ve tanıştığımız arkadaşlarla birlikte toplanıyoruz. Toplantıda neler yapılabilir tartışılıyor.
Bu durumda sonuca ulaşabilecek en son nokta sonuç odaklı değil daha çok organik bir şey ,
İlişkiler yaşıyor ve farklı kanalları açıyor, başka türlü ilişki biçimleri doğuyor..
Bu bağlamda Yel değirmeni sanatçı atölyeler birliği 3 konu üzerinde duruyor; bunlar sanatçı sorunları felsefe toplantıları, internet sitesi ve haritası.
Haritada :
 kırmızı renk heykel atölyeleri,
yeşil renk resim atölyeleri,
mavi renk seramik atölyeleri
mor renk  tanımsız atölyeler
turuncu renk tasarım atölyeleri  göstermektedir.

YELDEĞİRMENİ DAYANIŞMASI ,İŞGAL EVİ DON KİŞOT
           
Kadıköy Yeldeğirmeni Mahallesi’nde yaklaşık 15 yıldır inşaat halinde bir çöp yığını olarak duran apartman mahalle dayanışması tarafından, temizlendi, düzenlendi, boyandı işgal evine çevrildi. Adınada , Don Kişot dendi..
Yeldeğirmeni Dayanışması’ndan sanatçı Talat Doğanoğlu ile Yeldeğirmeni’ndeki Don Kişot’un hikayesini dinledik. Yeldeğirmeni Dayanışması Gezi direnişi sonrası ortaya çıksa da Gezi’den önce de mahalle dayanışması kurulmaya başlanmış. Yel değirmeni’ndeki ilk forum Temmuz’da boş bir otoparkta yapılmış.

İşgal evi önerisi Talat Doğanoğlu’ndan gelmiş. Yel değirmeni dayanışma grubuna “elli çuval hafriyat var gelin temizleyip düzenleyelim’’ diyen Talat bey. iki hafta boyunca içeriden çuval taşıdıklarını” söylüyor. İşgalde temel neden kışın yaklaşmasıyla forumların yapılacağı yer ihtiyacı olsa da “başka bir hayat mümkün” inancının  etkin olduğunu söyledi.
Yedi yıldır, işgal edilen binanın karşısındaki atölyesinde kalan Talat Doğanoğlu ise “bu benim için bir yandan da sanatsal bir müdahale” diyor.
Dayanışmadakiler belediyenin taktığı sacı kaldırıp kapı ve asma kilit takmış. 15 yıldır kullanılmayan binanın can güvenliği açısından güvenliğini sorduğumda güvenli olduğunu söylüyor.
Evin hazırlanması içerideki inşaat artıklarının toplanmasıyla başlamış. Fırıncılardan alınan çuvallarla hafriyatlar toplanırken, çıkma pencereler elbirliğiyle takılmış. Evin ihtiyaçlarını para ile ilişki kurmadan bu dayanışma ile sağlandiğini Dayanışmadakilerin dışında da mahallelilerin desteği olduğunu.” söyledi
Mahalle Yeldeğirmeni olunca evin isminin Talat Doğanoğ’lunun Don Kişot’un yeldeğirmenlerine saldırması hikayesiyle bağdaştırdığı için böyle bir öneri yapmış.
Buradaki amacın  isteyen  her grup yada kişinin  bu mekanda istediği etnik çalışmayı yapabileceği bir mekan yaratmak olduğunu belirtti.
Mekanda bir karar merciinin bulunmadığını da belirtiyor.. “Burası kimseden izin aldığımız bir alan değil. Kimse de burayla ilgili karar yetkisine sahip değil. Bir program tahtası var ve boşluğa programını yazan kişi programını gerçekleştiriyor”
İlk açıldığında polisler tarafından baskına bile uğradığını fakat bu baskının  geziyle alakası olup olmadığı için  olduğunu düşündüklerinden  basıldığını  ve aldıkları yanıtlar karşısında ayrıldıklarını söyledi.
Böylece Dayanışmadakiler evi hazırlayıp çevreye duyuru yapalım derken Talat Doğanoğlu: aslında “Devletin yaklaşımına göre, dar yuvarlağa doğru müdahale olsaydı, ikinci, üçüncü çember oluşmazdı. Polis müdahalesiyle burada da çember büyüdü, herkes haberdar oldu.”diyor.
   
Burada yapılan çalışmaların içerisinde  etkinliklarden başka ihtiyaç sahiplerinin  ihtiyaçlarının  giderebileği armağanlaşma ve dayanışma odası adını verdikleri bir oda hazırladıklarını ve çocukların aktiviteleri ve ödevlerini yapmak için hazırlanan, İhtiyacın olmayan eşyaları bırakıp ihtiyacı olana ulaşmasını sağlayacak bir oda olduğunu söyledi.
Talat Doğanoğlu şimdilerde ise burasıyla pek alakasının olmadığını bazı durumlar yüzünden ters düştüğünü belirtti. Dayanışmadakilerin bu mekanda biraz siyasete doğru evrildiğini ve bu yüzden amacının dışına çıktığı düşüncesinde olduğundan burasıyla alakadar olmadığını söyledi.
Çevrede buna benzer bir çok yerinde açılması için bazı çalışmalar yaptıklarını da söylemeden geçemedi burasının Türkiye’ de bir ilke öncülük ettiğini de söyledi.
Ahu  ANTMEN    
 1971 yılında Mersinde doğdu.İstanbul Üniversitesi iletişim fakültesinden mezun oldu.
Mezun olduktan sonra 20.yüzyıl Batı sanatı ve Çağdaş sanat alanında Londra Üniversitesi Goldsmitshs Koleji’ inde ve Mimar Sinan Üniversitesinde yüksek lisans ve doktorasını tamamladı.
Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde sanat eleştirmenliği yaptı.
Marmara Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesinde   halen öğretim üyesidir.20.yüzyıl .sanatı ve Çağdaş Pratiği konularında ders vermektedir.
Ingo F. Walther’un Vincent Van Gogh 1853 - 1890 Düşler ve Gerçeklik isimli kitabını Türkçeye çevirdi. 2009 senesinde, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki “Joseph Beuys ve Öğrencileri" sergisinin küratörlüğünü Deutsche Bank Sanat Direktörü Friedhelm Hütte ile birlikte yürüttü.
Yapıtları:
    ’20.yüzyıl Batı Sanatında Akımlar (sel yayıncılık.2009):
Kübizm'den Gerçeküstücülüğe, Soyut Dışavurumculuktan Pop'a, Arazi Sanatı'ndan Performans'a ve Kimlik Sanatı'na 20. Yüzyıl Batı Sanatı, değişen dünyada yeni konulara yeni ifade biçimleri arayan sanatçıların ardı arkası kesilmeyen arayışlarıyla şekillenen bir yaratıcılık serüvenidir.Elinizdeki kitap, akımlar halinde gelişen bu serüvenin ana noktalarını içeren bir rehber olarak çağımız sanatına ayna tutuyor, yüz yıllık sürece yayılan dönemde birbirini kovalayan yeni oluşumların izini sürüyor.Her biri kendi dönemine damgasını vurmuş sanatsal akımları, onları bizzat yaşayanların yazdıklarından ve anlattıklarından yapılmış bir seçki eşliğinde okuyabileceğiniz kitapta, tarihe yansıyan sayfaların sanatçılarca doldurulmuş satır araları var…
  Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri "Sanat Cinsiyet"  (iletişim yayınları 2008) :
   Yakın geçmişe kadar müze koleksiyonlarına ve sanat tarihi kitaplarına baktığımızda, tarih boyunca hemen hiç kadın sanatçının yaşamamış olduğu, yaşamışsa da herhangi önemli bir sanatsal katkıda bulunmadığı kanısına varabilirdik. Bugün durum pek de öyle değil. ABD ve Avrupa’da 1960’lı yıllardan itibaren yaşanan toplumsal feminist dalga, çok geçmeden etkisini sanat pratiği ve kuramında da gösterdi. Başta Linda Nochlin’in çığır açıcı makalesi “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” olmak üzere, feminist eleştirmen ve sanat tarihçilerinin geleneksel sanat tarihi üzerindeki incelemeleri, kadın sanatçıların üretiminin görmezlikten gelinmesi sürecini ciddi anlamda kesintiye uğrattı. Aradan geçen yıllar içinde sanat tarihi kitaplarının yeni basımlarında kadınlara da yer verilmeye başlandı; feminist sanat tarihçilerinin öncülüğünde, unutulmuş, gözden kaçmış, çeşitli nedenlerle hiç önemsenmemiş kadın sanatçılarla ilgili monografik çalışmalar yapıldı. Deha, ustalık, yetenek gibi kavramların erkekler tarafından erkekler için belirlenmiş olduğuna inanan feminist sanat tarihçi ve eleştirmenlerin, akademi, müze, sanat tarihi gibi belirleyici kurumların kadın sanatçıyı sürekli dışlayan sistematiğini belli bir sorgulamaya tabi tutması, tarihin akışını bir ölçüde dönüştürdü.Bu seçki, bugün de sürmekte olan o yoğun sorgulama sürecinden seçilmiş metinleri bir araya getiriyor.
   Zamanların Belleği:Ali Teoman Germaner (iş banksı kültür yayınları 2008):
Ünlü heykel traş ali Teoman  Germaner’in 1957 ve 2007 yılları sürecinde yaptığı çalışmalarından oluşan  sergi kataloğu
   İçerdeki Yabancı: Hale Tenger (yapı kredi yayınları 2007) :
   Kâzım Taşkent Sanat Galerisi, René Block küratörlüğünde Türkiye`de Güncel Sanat sergileri dizisine ev sahipliği yapmaya başlıyor. Hale Tenger, dizinin ilk sergisi olan "Lâhavle"de, kurguladığı üç boyutlu hikâyelerde mekân ve zaman bağlamını ön plana çıkarıyor; izleyici deneyimi ve algıya odaklı yapıtlar üretiyor: "Lâhavle", insanın insana karşı ‘kudret’ ve ‘kuvvet’ uygulama halini eleştiren çarpıcı bir eser. Sergiye, sanat tarihçisi Ahu Antmen’in Hale Tenger üzerine hazırladığı İçerdeki Yabancı adlı kapsamlı bir kitap eşlik ediyor.
   Kimlikli Bedenler (sel yayıncılık 2014):
   Kimlikli Bedenler'de bir araya gelen yazılar, farklı dönemlerde üretilmiş, farklı türde yapıtlar üzerinden bedenin kimlik etrafındaki kültürel örüntülerine bakıyor. Sanatın ve tarihinin kimlik olgusunun kurgulanma sürecinde oynadığı ideolojik işlevi sorgulayan yazıların yanı sıra, günümüzde kimlik politikalarıyla ilgilenen sanatçıların, geçmişin yapıtlarından bugüne taşınan stereotipik temsilleri nasıl alt ettiği irdeleniyor. Osmanlı resminden Cumhuriyet dönemine uzanan süreçte çıplaklık olgusunun sanatsal ve kültürel zemini, Türkiye'nin modernleşme süreci bağlamında beden ve temsilleri, bir 'namus meselesi' olarak heykel olgusu, kadınların çağdaş sanattaki öncü konumları, feminizm ve performans, kimlik politikaları bağlamında sanatta performatif beden, bedenin 'armağan' kavramı bağlamında sanatsal bir metafora dönüşümü Kimlikli Bedenler - Sanat, Kimlik, Cinsiyet'te ele alınan konular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder